Antik Kentler Düşleri - İzmir

Yazar

Nur Kapıcı

28. Sayı

Gezi Yazıları

Zor ve buhranlı bir zaman dilimindeyim. Hayat öyle ya da böyle geçiyor, biliyorum. Sadece bu anların daha hızlı geçmesini istiyorum hayattan. Ne çok planlar yapsak da hepsini gerçekleştiremiyoruz. Bazen de hayat bizim için planlar yapıyor. En güzeli her şeyi kontrol etmeye çalışmamak, hayatın kendi akışında yolunu bulmakmış. Küçükken hep söylerlerdi, anlamazdım ne demek istediklerini. Yaşım ilerledikçe anlıyorum çoğu şeyi, bunu da anladığım gibi. 

Uzun zamandır planlar yaptığım ama bir türlü gidemediğim İzmir’de bulmuştum kendimi. Şaşırtıcı bir deneyim oldu benim için. Bir şehri tanımlayan otogarlarıdır, çünkü ilk onlar karşılarlar bizi. Otogarlar nasılsa şehirde öyledir diye düşünürüm. İzmir otogarından indiğimde çok eski ve karışıklığı ile kucaklaştım önce. Şehir merkezine giderken gecekonduların olduğu yerlerden geçtik. Merkeze geldiğimde ise bambaşka bir İzmir’le karşılaştım. Sokakları beklediğimden daha çok yeşilliğe sahipti ve sokaklarında yürümek daha huzurlu hissettirdi. Alsancak, Kordon ve Kültür Parkı gördükten sonra Agora Ören Yeri’ne doğru yola çıktık. Tarihi bir yerleşim yeri olan Konak ilçesinde olan ören yeri Kemeraltı ve Kadifekale arasında kurulan Symrna Antik Kenti’nin Helenistik ve Roma dönemlerinde idari, sosyal, kültürel ve dini işlevlere sahip kent merkeziymiş. ”Agora” kelimesi ise kent merkezi, çarşı, pazaryeri anlamına gelmektedir. Agora Ören Yeri’nin, İyon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuşlardan biri olduğunu öğrendim.

Akarca Plajında kamp alanında bir haftalık kamp sürecimiz başlamıştı. Açık havada workshoplara ev sahipliği yapan ağaçlık alanın altında bir atölye alanımız vardı. Diğer bir tarafta çadırlarımızla yaşam alanı oluşturmuştuk. 

Bir gün boyunca Akarca Plajını boydan boya yürüdük. Güneşin alnında da olsa yaşadığımız deneyim bizim için oldukça ilginçti. Bir ucunda bataklık bir alana gelmiştik. Burada Teos Antik Kenti’nin liman kalıntılarını görmek beklemediğimiz bir şeydi. Bu kadar yürümüş müydük? Teos Limanı antik kentlerden en çok kalıntısı günümüze ulaşan limanlardan olduğu için çok kıymetlidir.

Akarca’da daha çok yazlıklar bulunduğu için eskiden beri yazları buraya gelen yerel halk buranın asıl kullanıcısıydı. Bu açıdan da oldukça güvenli bir yerdi aslında.

Bir sonraki gün Teos Ören Yeri’ne gittik. Burada kompleks bir yapı bizi bekliyordu. Anadolu’daki en büyük tapınaklardan olan Dionysos Tapınağı’nın kalıntılarını görmek, koca koca sütunların yanından yürümek muhteşem bir deneyimdi. Yamaca inşa edilen tiyatro alanının şimdiye kadar çok korunamadığını ancak günümüze kadar  ayakta kalabilmiş yapılardan biri olduğunu söyleyebilirim. 500 kişilik inşa edilen bu yapı kim bilir nelere şahit olmuştu şimdiye kadar. 

Çeşitli atölyelerle projeler üretirken son akşam hocalarımız geleneksel yaz akşamı konseptli bir gece hazırlamışlardı.

Karpuzundan kavununa çiğdeminden eriğine her şeyi düşünmüşlerdi. Bizlerde eğlenceli bir şekilde etrafı süsledik ve sonrasında hep birlikte konseptimize uygun olarak yaz akşamlarında yaptığımız gibi aylaklık ederek şen şakrak muhabbetlere daldık. Unutulmaz bir anı olarak kaldı hafızalarımız da bu gece. Sizler için de bir fotoğraf ekledim buraya o akşamdan. 

Güzel bir yaz akşamının ardından sonraki gün bireysel olarak hazırladığımız projelerin sunumlarını gerçekleştirdik. Akşamında da kampta son gecemiz olduğu için son gece partisi hazırlamışlardı. Bütün yıl içimizde biriktirdiğimiz enerjiyi attık desem yeridir.

Daha önce hiç bu kadar uzun süreli kamp yapmamıştım. Açık havada ders işlemek ve ders aralarında denize girip gelmekte işin en eğlenceli yanlarındandı. Kendi düzeninden farklı olandan korkmak yerine bunu deneyimlemek insana çok güzel tecrübeler kazandırıyormuş. 

Bir sonraki gün diğer arkadaşlarla vedalaşarak birkaç gün daha İzmir’i tanımak istedim. Gerek Arkeoloji Müzesi gerek Alsancak ve Konak’taki tarihi yapılarıyla dolu sokaklarında dolaşırken zaman hiç geçmesin istedim. Gün batımını izlemek için en güzel konumlardan biri olan Karşıyaka’ya deniz motoruyla geçtim. Sahilde bulunan kafelerden birinden kahvemi alarak uzunca bir sahil yürüyüşü yaparken bir yandan gün batımını izlemek çok keyifliydi. 

Uzun bir yolculuktan sonra gözlerimi şirin bir köy olan Şirince’de açtım. Küçük bir köy olsa da dünyaca ünlenen bu köy gerçekten de herkesin hayatta bir kere görmesi gereken bir yer. Şirin geleneksel yapıları, yemekleri, tarihi ve göze çok canlı görünen yeşil dokusuyla ve çiçekleriyle hem insanın gözünü hem midesini hem de ruhunu doyuran bir yerdi. Bu şirin köyden ayrılmak istemesem de Efes’i de görmek istediğim için bir daha gelmek için hayaller kurarak ayrıldım.

Efes’in büyük bir ören yeri olduğunu biliyordum ama buraya girdiğimde beklediğimden büyük bir antik kentle karşılaştım. Dünya Mirası Listesi’nde bulunan bu antik yerleşim yeri zamanının en iyi mimarlık ve kentsel planlama örneğini sunuyor. Yirmi beş bin kişilik antik tiyatro koca heybetiyle yerleşim alanına girince sol tarafta karşıladı beni. Yaz akşamları için konser düzeneği kurulmuştu. Geceye merkeze dönmek zorunda olmayıp burada konsere kalmayı diledim oradayken ama geceye dönmek zorunda olduğum için başka bir zaman burada konsere gelme hayalleri kurarak diğer kısımlara doğru yürüdüm. Tepedeki güneş olanca sıcaklığıyla yüzüme vururken tarihi yollarda yürüyerek ilerledim. Üzerinde yürüdüğüm yollarda bir zamanlar bu kentin asıl sahiplerinin yaşadığı hissi ören yerlerinde bana çok ilginç hissettiren bir histir. Tarihi yollarda yürüyerek Celcus Kütüphanesi kalıntılarının olduğu yere geldim. Sütunları ve merdivenleriyle gerçekten büyüleyici bir andı. Bir süre burada vakit geçirerek anın tadını çıkarmaya çalıştım. Bir süre kütüphane kalıntılarının içinde gezindikten sonra çıkışa doğru usul usul yürüdüm.

Kısa bir zamanda ardı ardına gördüğüm ören yerlerini fotoğraflarla hatıra olarak saklamak istememin yanında bir yandan da gördüğüm güzellikleri hafızama yerleştirerek her zaman hatırlamak istedim.